Biyokimya mesleğinin tanımı

Biyokimya, biyolojik sistemlerin kimyasal yapı ve işlevlerini moleküler düzeyde inceleyen bir bilim dalı olup....

Biyokimya lisans eğitimi veren üniversiteler

Biyokimya bölümü lisans eğitimi Türkiye'de ilk Ege Üniversitesi Fen fakültesinde başlamıştır.Daha sonra 2011 yılında Sivas Cumhuriyet.....

Biyokimya ve canlılar

Biyokimya, bitki, hayvan ve mikroorganizma biçimindeki bütün canlıların yapısında yer alan kimyasal maddeleri ve canlının yaşamı boyunca sürüp giden kimyasal....

Karbohidratlar

İnsan ve hayvan vücudunda glikojen, bitkilerin yapısında nişasta ve selüloz olarak yer alan karbonhidratlar (CHO); karbon, hidrojen ve oksijen atomlarından meydana gelmiş organik bileşiklerdir.....

Enzimlerin Biyokimyadaki yeri ve önemi

Bir kimyasal tepkimeye sebep olan ve onu hızlandıran, çoğunlukla Protein yapısında olan organik Maddeye Enzim denir.....

Pages

Sitemize Hoşgeldiniz

6 Ocak 2015 Salı

Sivrisinekleri "uçan aşılara" çevirdiler

Japonya'nın başkenti Tokyo'ya yakın Jichi tıp fakültesi araştırmacıları, genetik değişimle sivrisineklerin tükürüklerinde tatarcık hummasına karşı aşı üretmelerini sağladı. 

Bu sineklerin ısırdığı farelerin ise hastalığa karşı antikor ürettiği tespit edildi. 

Araştırmayı yöneten Prof. Shigeto Yoshida, genetik değişime uğratılmış sineklerin ısırdıkları "kurbanlarının" normal bir aşı olmuş gibi hastalığa karşı korunduğunu, ama bu yöntemin "ücretsiz ve acısız" olduğunu belirtti. 

Yoshida, ileride, sıtma taşıyıcısı sivrisineklerin sıtmaya ve başka tropik hastalıklara karşı aşı olarak kullanılabileceğini kaydetti. 

"Uçan aşıların" bazı problemlere yol açabileceğini belirten uzmanlar ise genetik olarak değiştirilmiş sivrisineklerin doğaya salınması halinde bunun kontrolsüz aşılama anlamına geleceğini, aşının dozunun ayarlanmasının zor olacağını ve insanların, rızası alınmadan aşılanmaya muhtemelen karşı çıkacaklarını ifade ediyor. 

Her yıl dünyada yaklaşık 1 milyon kişi sıtmadan hayatını kaybediyor; her 30 saniyede, 5 yaşın altında bir çocuk bu hastalıktan ölüyor. 

Hangi bitki hangi hastalığa iyi geliyor?

"Boğa dikeni" öksürük kesici, idrar arttırıcı ve iştah açıcı olarak, "kuş ekmeği"nden yapılan çay kanamaları durdurmada ve idrar yolları enfeksiyonlarında etkin bir şekilde kullanılıyor.

"Boy otu"ndan, modern bitkisel tedavilerde bağırsak çalıştırıcı, bronşit ve boğaz ağrıları ile mide sorunlarını çözmekte yararlanılıyor.

Kitapta otun tanımından ne şekilde yararlanılacağına, otların nasıl toplandığından onları saklama ve pişirme yöntemlerine kadar birçok bilgi yer alıyor. Acı bakla, akyıldız, bambul, dağlama, gıvışgan otu, ıspıt, maydanoz, kekik, mürdümük, hindiba, yabani marul gibi çok bilinen ya da hiç bilinmeyen 89 otun ayrıntılarıyla anlatıldığı kitap Tijen İnaltong tarafından kaleme alınmış. Kitapta verilen bilgilere göre, biberiye ve defne yıl boyu yeşil kalırken semizotu sadece yaz aylarında çıkar, ısırgan yazı değil kışı sever, su teresi, su kazayağı gibi otlar sulak yerlerde yetişmek ister, ebegümeci, labada, kuşyüreği, kuş ekmeği hemen her yerde yetişir, özel ilgi beklemez. Kekik, adaçayı, nane, tarhun, fesleğen, kişniş, maydanoz, dereotu, roka, tere tohumunu ekip gerektiği gibi suladığınızda, yıllarca yemeklerinize, salatalarınıza renk ve sağlık katar.

"Mutfaktaki Yaban"da her otun ayrıntılı tanıtımından önce hikayeleri anlatılıyor. Bu hikayeler, insanların etrafında gördüğü çoğu zaman farkına bile varmadığı otların hayatta nasıl bir önem taşıdığını anlatıyor. Hikayelerin ardından gelen her bir otun ayrıntılı tanıtımını, nasıl yetiştirilebileceğini, mutfakta ya da daha farkı amaçlarla nasıl kullanılabileceğini anlatan açıklamalar otların kendi ağızlarından okuyuculara anlatılıyor.

Otlara nerelerden ulaşabileceği, hangisinin yenilebileceği, saklamak için kullanılabilecek farklı yöntemleri, pişirmenin türlü yolu, sofraya lezzet katacak sosları, reçellerin hangi otlarla hazırlanabileceğinin de öğrenilebileceği kitap üç bini Türkiye ve Ege Adaları'nın endemik bitkileri olmak üzere on bin kadar bitki türüne ev sahipliği yapan Anadolu topraklarının sunduğu nimetleri görmek için de bir fırsat sunuyor.

Yazar İnaltong, kitapta birçok insan için otsu görünümdeki feesleğen, maydanoz gibi bitkileri tanımlamak içiin kullanılan "ot"un aslında ufacık mantarlardan kozalaklı bitkilere kadar bitki krallığının büyük bir bölümünü kapsadığını, yararlı otsu bitkiler arasında yosun, eğreltiotları hatta alglerin bile bulunduğunu belirtiyor. İnaltong, bu otların ortak özelliğinin faydalı bir kimyasal madde içermesi olduğunu ifade ediyor.

Türkiye'de otların Ege Bölgesi'nde Anadolu'nun diğer bölgelerine kıyasla çok daha zengin bir o toplama-kullanma geleneği olduğundan bahseden yazar Tijen İnaltong, bitkilerden genel olarak tedavi alanında, besin kaynağı, baharat, çay, sakız, maya, hayvan yemi, kuluçka tavuklarına yatak, yakacak, yapıştırıcı, boyar bitki olarak yararlanıldığını anlatıyor.

Beyinle ilgili bildiklerinizi unutun!



ABD'deki Georgetown Top Fakültesi'nden Dr. Josef Rauschecker ve ekibinin yaptığı araştırma, ilk kez 19. yüzyılın sonunda Alman nörolog Carl Wernicke tarafından tanımlanan, beynin baskın yarımküresinde bulunan ve dili yorumlama, anlama yetisiyle ilişkisi olduğu belirlenen Wernicke alanının beyinde farklı bir yerde bulunduğunu gösterdi. 

Rauschecker ve ekibi yüzden fazla kişinin beyin taramalarını inceledi ve Wernicke konuşma merkezinin yanlış yerde varsayıldığı sonucuna vardı. 

Bilimadamları, bu alanın ön beyne ve işitme korteksine yaklaşık 3 santimetre daha yakın, dolayısıyla Wernicke'in belirlediği bölgeden çok uzak olduğunu belirtti. 

Rauschecker, bu sonuçların tüm nöroloji ve tıp kitaplarının yeniden yazılması anlamına geldiğini vurgulayarak, insanlar ve primatlarda benzer bölgelerin beynin aynı yerinde bulunduğunu ve bunun yeni araştırmalar açısından son derece önemli olduğunu belirtti. 

Araştırma sonuçları Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi'nin dergisinde yayımlandı. 

Komadaki hastalar için büyük umut



California Üniversitesi'nden araştırmacılar, beynin sözcükleri karmaşık elektrik devrelere dönüştürdüğünü keşfetti ve bu devrelerin deşifre edilerek gerçek sözcüklere çevrilebileceğini ileri sürdü.

Beynin düşünceyi sese benzer bir biçimde işlediğine inanan araştırmacılar, çığır açıcı nitelikteki keşfin konuşamayan hastaların iç konuşmalarını çevirebilecek bir cihazın üretilmesine öncülük edeceğini belirtti.

Henüz beyindeki elektrik devreleri belirleyecek herhangi bir sensor olmadığından bu tür bir cihazın üretilmesi için elektrotların kafatasının altına, beynin üzerine yerleştirilmesi gerekiyor.

"Public Library of Sciences Biology" dergisinde yayımlanan araştırmanın, yakınlarıyla iletişim kurma şansı olmayan binlerce hasta için umut kaynağı olması bekleniyor.

Prof. Robert Knight, araştırma ekibinin 15 epilepsi hastasının kafataslarına küçük bir delik açarak beyinlerine elektrot yerleştirdiğini söyledi.

Araştırmacılar, 5-10 dakikalık bir konuşmayı dinleyen hastaların temporal lopunda elektrotlar aracılığıyla elektrik dalgaları belirledi.

Konuşmayı seslere ayrıştıran araştırmacılar, beynin belirli seslere denk düşen farklı sinyallerini okuyan iki farklı bilgisayar modeli geliştirdi.

Araştırmacılar, bu modelleri kullanarak beyin dalgalarını deşifre ettiklerini ve hastanın duyduğu sözcüğü kaydettiklerini belirtti.

Ebola virüsünden 8 bin kişi öldü



Dünya Sağlık Örgütü'nden (DSÖ) yapılan açıklamada, salgının devam ettiği Liberya, Gine ve Sierra Leone'de 8 bin 153 kişinin öldüğü ve 20 bin 656 Ebola vakası tespit edildiği belirtildi.

Ebola virüsünden Liberya'da 8 bin 115 vakada 3 bin 471 kişi, Sierra Leone'de 9 bin 772 vakada 2 bin 915 kişi, Gine'de ise 2 bin 769 vakada bin 767 kişinin hayatını kaybettiği ifade edildi. 

DSÖ'nün geçen haftaki raporuyla kıyaslandığında, üç Batı Afrika ülkesinde son bir haftada 274 kişi daha Ebola virüsü nedeniyle hayatını kaybetti.

Ebola virüsünden Mali'de 6, Nijerya'da 8 ve ABD'de 1 kişi hayatını kaybetmiş, İngiltere, Senegal ve İspanya'da birer vaka saptanmıştı. 

Batı Afrika ülkeleri dışındaki ölümler dahil edildiğinde, dünya genelinde Ebola virüsü nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı 8 bin 168'e yükselmiş oldu.

Bu hastalıklar körlüğe neden oluyor



Op. Dr. Mutlu, Beyaz Baston Körler Haftası dolayısıyla yaptığı açıklamada, rutin kontroller ile kişilerin hem olası hastalıklara karşı önceden önlem alabileceğini, hem de göz sağlıklarını koruyacaklarını belirtti.

Özellikle körlüğe neden olabilen şeker hastalığına dikkat çeken Op. Dr. Mutlu, şeker hastalığının kan glikoz seviyesi yüksekliği ile seyreden kalıtımsal bir hastalık olduğunu söyledi. Mutlu, "Kişinin ailesinde şeker hastalığı öyküsü varsa ve zaman zaman görme bulanıklığı, göz kuruluğu yakınması, genç yaşta katarakt gelişimi hatta bazen ortaya çıkan ani görme kaybı veya göz kaslarında felç durumları varsa şeker hastalığından şüphelenilir" dedi.

Op. Dr. Mutlu, yetişkinlerin senede bir defa, çocukların ise hiçbir şikayetleri olmasa dahi en geç 2 yaşında iken göz muayenesi olmasını önerdi.

Türkiye veremle savaşta başarılı



Türk Toraks Derneği Tüberküloz Çalışma Grubu Başkanı Doç. Dr. Tülin Sevim, ''68. Verem Savaşı ve Propaganda Haftası'' dolayısıyla AA muhabirine yaptığı açıklamada, tüberkülozu yani veremi, insanlığın en eski, en çok öldüren hastalıklarından biri olarak tanımladı.

Veremin tedavisinin günümüzde mümkün ve ucuz olduğunu belirten Sevim, "Ancak buna rağmen hala dünyada büyük bir sağlık sorunudur'' dedi.

Tüberküloz mikrobunun (basili) hava yoluyla hastadan sağlıklı kişiye bulaştığına işaret eden Sevim, öksürüğün hastalığın yayılmasında önemli olduğunu kaydetti. En çok akciğerleri tutan hastalığın tüm organlarda görülebileceğini ifade eden Sevim, ''Tedavisi en az 6 ay sürer ve tümüyle iyileşir. Tedavi ile kısa sürede bulaştırıcılık sona erer. Bu nedenle düzenli ilaç kullanan hasta bulaştırıcı değildir. Tedavisiz kalan ya da düzensiz tedavi alan hastaların bulaştırıcılığı sürer, hastalık ilerler ve ölümlere neden olabilir'' şeklinde konuştu.

DÜNYADA 9 MİLYON YENİ TÜBERKÜLOZ HASTASI

Dünya Sağlık Örgütünün 2013'te dünya genelinde 9 milyon yeni tüberküloz hastası ortaya çıktığını hesapladığını anlatan Sevim, "Bunlardan 1,5 milyonu ölmüştür. Yani günümüzde hala her gün 4 bin 100 kişi verem hastalığından ölmeye devam etmektedir'' ifadesine yer verdi.

Veremin kontrol altına alınamamasının en önemli nedenlerinin yoksulluk, sağlık personeli sayısının yetersizliği, yapısal sorunlar nedeniyle hastalara tanı konulamaması, ilaç yokluğu, yetersiz tedaviler ve ilaç direnci olduğunu bildiren Sevim, uygun olmayan tedavi ve ilaçların düzensiz kullanılmasının tüberküloz mikrobunun ilaçlara karşı direnç geliştirmesine neden olduğunu belirtti.

VEREM SAVAŞINDA TÜRKİYE BAŞARISI

Sevim, Türkiye'de verem savaşı dispanserlerinin ücretsiz çalıştığını ve hastalara ilaçların bedelsiz verildiğini, bu hastalara hastanede ya da ayakta tetkik, tedavi ve diğer tıbbi hizmetlerinin ücretsiz olduğunu ifade etti.

Türkiye'de 2013'te 13 bin 409 verem hastasına tanı konulduğunu bildiren Sevim, şöyle devam etti:

''2005'te 20 bin 535 tüberküloz hastasına tanı konulurken, 2013'te 13 bin 409 hastaya tanı konulması, 8 yılda nüfus artışı da olduğu dikkate alınırsa verem savaşının başarılı olduğunu göstermektedir. Bu başarıda, yüksek olgu bulma hızı, yüzde 90'ları geçen tedavi başarı oranları, temaslı muayenesi ve koruyucu tedavi uygulamaları ile verem savaşı dispanserlerinin rolü büyüktür. Bu başarının devamlılığının sağlanabilmesi için verem savaşı dispanserleri güçlendirilmeli, bu kurumlardaki sağlık çalışanları desteklenmeli ve aile hekimleri de hasta takibinde gerekli rolü üstlenmelidir.''

''HASTALAR TOPLUMDAN DIŞLANMAMALI''

Tedavi başlanan ve düzenli ilaç kullanan tüberküloz hastalarında bulaştırıcılığın hızla azaldığını ve kısa süre sonra da ortadan kalktığını anlatan Sevim, bu hastaların artık toplum için bir risk oluşturmadığını söyledi.

Toplumun tüm kesimleri bu konuda eğitilmesi gerektiğini vurgulayan Sevim, ''Tüberküloz hastalarının damgalanması, toplumdan dışlanması, işlerini, sosyal statülerini kaybetmeleri önlenmelidir'' şeklinde konuştu.

Verem savaşında tek başına ilaç tedavisi ile başarılı olmanın mümkün olmadığına işaret eden Sevim, hastaların maddi ve sosyal ihtiyaçlarının da karşılanması gerektiğini belirtti.

Sevim, Türk Toraks Derneğinin, göğüs hastalıkları uzmanlık derneği olarak, verem savaşı hizmetlerine tanı ve tedavi sunan hekimlere ve Sağlık Bakanlığına eğitim, araştırma ve bilimsel destek anlamında yardımcı olmayı sürdürdüğünü sözlerine ekledi.